-
1 premier
I1 avant tous les autres birinci2 le plus important baş [baʃ]3 prochain ilk [ilc]4 en premier ilk5 Premier ministre başbakanIIn m fbirincin mbirinci kat -
2 première
I1 avant tous les autres birinci2 le plus important baş [baʃ]3 prochain ilk [ilc]4 en premier ilk5 Premier ministre başbakanIIn m fbirincin f1 en train birinci sınıf2 d'un spectacle bir oyunun açılış gecesi3 d'un véhicule bir aracın birinci vitesi4 au lycée sınıf [sɯ'nɯf] -
3 Debüt
Debüt <-s, -s> [de'by:] ntsahneye ilk çıkış, halkın önüne ilk çıkış;sein \Debüt geben halkın önüne ilk kez çıkmak -
4 lead
adj. kurşundan yapılmış————————n. kurşun, iskandil, kurşun levha, rehberlik, öncülük, önderlik, önde olma, ilk oynama hakkı (iskambil), örnek, kılavuz, kablo————————v. başında olmak, yol göstermek, öncülük etmek, önde gitmek, önderlik etmek, yönetmek, yönlendirmek, etkilemek, başı olmak, sürdürmek, sürmek, açmak (kartlarını), götürmek* * *1. yol aç (v.) 2. kurşun (n.) 3. yol göster (v.) 4. yol (n.)* * *I 1. [li:d] past tense, past participle - led; verb1) (to guide or direct or cause to go in a certain direction: Follow my car and I'll lead you to the motorway; She took the child by the hand and led him across the road; He was leading the horse into the stable; The sound of hammering led us to the garage; You led us to believe that we would be paid!) yol göstermek, götürmek2) (to go or carry to a particular place or along a particular course: A small path leads through the woods.) gitmek, çıkmak3) ((with to) to cause or bring about a certain situation or state of affairs: The heavy rain led to serious floods.) yol açmak, neden olmak4) (to be first (in): An official car led the procession; He is still leading in the competition.) önde/başta olmak, başta gitmek5) (to live (a certain kind of life): She leads a pleasant existence on a Greek island.) sürmek, yaşamak2. noun1) (the front place or position: He has taken over the lead in the race.) ilk/ön sıra, baş taraf2) (the state of being first: We have a lead over the rest of the world in this kind of research.) önde oluş3) (the act of leading: We all followed his lead.) kılavuzluk, rehberlik4) (the amount by which one is ahead of others: He has a lead of twenty metres (over the man in second place).) mesafe, ara5) (a leather strap or chain for leading a dog etc: All dogs must be kept on a lead.) tasma kayışı/zinciri6) (a piece of information which will help to solve a mystery etc: The police have several leads concerning the identity of the thief.) ipucu7) (a leading part in a play etc: Who plays the lead in that film?) baş rol•- leader- leadership
- lead on
- lead up the garden path
- lead up to
- lead the way II [led] noun1) (( also adjective) (of) an element, a soft, heavy, bluish-grey metal: lead pipes; Are these pipes made of lead or copper?) kurşun2) (the part of a pencil that leaves a mark: The lead of my pencil has broken.) grafit (uç)•- leaden -
5 أول
Iأَوَّل1. ilkAnlamı: önce gelen2. başlangıçAnlamı: bir şeyin ilk bölümüIIأَوَّلَ1. gelmekAnlamı: ortaya çıkmak, doğmak2. açımlamakAnlamı: şerh etmek, açıklamak3. yorumlamakAnlamı: tefsir etmek4. tarif5. belirtmekAnlamı: açıklamak -
6 дебютировать
несов., сов.( об артисте) sahneye ilk kez çıkmak -
7 крещение
vaftiz* * *с, рел.( ребёнка) vaftiz (etme)••получи́ть боево́е креще́ние — savaşa ilk (kez) girmek / girip çıkmak
-
8 попадаться
несов.; сов. - попа́сться1) ( быть пойманным) yakalanmak, yakayı ele vermek, tutulmakпопада́ться на у́дочку — oltaya yakalanmak / düşmek
попади́сь он мне живы́м... — elime diri geçse...
вот тепе́рь ты мне попа́лся! — şimdi yakaladım seni!
(смотри́,) попадешься! — yakalatacaksın kendini!
2) разг. ( встречаться) raslamak karşısına çıkmakхоть бы како́й(-нибудь) знако́мый попа́лся навстре́чу — bir tanıdık çıksa karşıma hiç olmazsa
мне таки́х, как ты, не попада́лось — senin gibi biri çıkmadı karşıma
ну и жу́лик нам попа́лся! — ama da hırsızına çatmışız!
3) ele geçmekмне попа́лась интере́сная кни́га — elime ilginç bir kitap geçti
••попа́сться на глаза́ кому-л. — birinin gözüne ilişmek
стара́йся не попада́ться ему́ на глаза́ — gözüne görünmemeye çalış
пе́рвый попа́вшийся — önüne / karşısına ilk çıkan; rasgele bir, gelişigüzel ( любой)
-
9 auftreten
auftreten v/i <unreg, -ge-, sn> -e ayak basmak;als Vermittler auftreten arabuluculuğa soyunmak;zum ersten Mal auftreten ilk defa sahneye çıkmak -
10 ağız
ağız < ağzı> Mund m; hayvan a Maul n; kap, torba Öffnung f; körfez, galeri Einfahrt f; mağara Eingang m; volkan Krater m; yol Abzweigung f, Kreuzung f; GR Mundart f, Dialekt m; Ton m, Art f des Sprechers; MUS Art zu singen; bıçak Schneide f;ağız açmamak den Mund nicht aufmachen (fam aufkriegen), schweigen;ağız ağza konuşmak unter vier Augen sprechen;ağız ağza vermek tuscheln;-e ağız etmek jemandem etwas weismachen wollen;ağız kavgası Schimpferei f;ağız kokusu üble(r) Mundgeruch;yumuşak usw bir ağız kullanmak einen sanften usw Ton einsetzen;ağız ağız prahlen;ağız tadı Genuss m, Behaglichkeit f;ağız tadıyla genießend, in aller Ruhe;ağız tütünü Kautabak m;ağız yapmak heucheln;ağza alınmaz ungenießbar; unanständig (Worte);ağz(ın)a almamak verschweigen, übergehen;ağza düşmek ins Gerede kommen;ağza koyacak bir şey etwas Essbares;ilk ağızda auf Anhieb;ağızdan MED oral; vom Hörensagen;ağızdan ağza von Mund zu Mund; -auf den Zahn fühlen;-in ağzı açık kalmak Mund und Nase aufsperren;ağzı bozuk adj Schandmaul n;ağzı büyük adj Aufschneider m;ağzı gevşek Schwätzer m;ağzı kara adj Schwarzseher m; Lästermaul n;-e ağzı varmamak sich nicht trauen zu sagen;-in ağzına bakmak nach dem Mund reden;ağzına burnuna bulaştırmak verpatzen;b-ne ağzına geleni söylemek jemanden ausschimpfen;ağzına kadar dolu bis zum Rand gefüllt;b-nin ağzına lâyık jemandem sehr zu empfehlen (zu essen, trinken);birbirinin ağzına tükürmek einander heruntermachen;-in ağzında bakla ıslanmamak kein Geheimnis für sich behalten können;-in ağzından çıkmak Wort jemandem entschlüpfen;bş-i b-nin ağzından kapmak jemandem (mit Worten) zuvorkommen; fam so rausfahren;-in ağzından laf almak jemanden aushorchen;ağzından (laf) kaçırmak sich verplappern;ağzını açmak den Mund aufmachen (a zum Sprechen); losschimpfen; dumm gucken;ağzını havaya oder poyraza açmak das Nachsehen haben;-in ağzını açtırmamak jemanden nicht zu Worte kommen lassen;-in ağzını aramak jemanden ausfragen, aushorchen;ağzını bozmak fluchen (und wettern);ağzını kiraya mı verdin? hast du die Sprache verloren?;ağzını tutmak verschwiegen sein;-in ağzının içine bakmak an jemandes Mund hängen;-in ağzının kâhyası olmak jemandem vorschreiben, was er sagt;-in ağzının kokusunu çekmek jemanden ertragen müssen;-in ağzının suyu akıyor das Wasser läuft jemandem im Munde zusammen;-den ağzının tadını almak böse Erfahrungen machen mit;b-nin ağzının tadını kaçırmak jemandem etwas verderben -
11 ağız
\ağız ağıza konuşmak unter vier Augen sprechenağzı kulaklarına varmak ( fam) von einem Ohr zum anderen strahlenağzından çıkmak ( söz) entfahrenağzından kaçırmak ausplaudern, sich verplappernağzını tutmak den Mund halten; ( sır vermemek) dichthaltenbirinin ağzını aramak [o yoklamak] jdn aushorchenbirinin ağzını burnunu dağıtmak jdm die Fresse polierenbirinin ağzını sulandırmak ( fam) jdm den Mund wässrig machenbirinin ağzını tıkamak ( fam) jdm das Maul stopfen\ağızlara sakız oldu sein Name war in aller Mundeelden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund lebenilk \ağızda paranın yarısını ödedi beim ersten Mal zahlte er die Hälfte des Geldesuçurumun ağzında am Rande des Abgrundes -
12 bieten
bieten <bietet, bot, geboten> [bi:tən]I vt1) ( Anblick) sunmak, sergilemek; ( Gelegenheit, Chance) vermek; ( geben, gewähren) vermek; ( zeigen) göstermek;wie viel bietest du mir dafür? bana onun için kaç para verirsin?;das lasse ich mir nicht \bieten buna izin vermem;jdm die Stirn \bieten birinin alnını karışlamakwer bietet mehr? başka artıran var mı?III vrsich \bieten ( sich anbieten) kendini göstermek, ortaya çıkmak;bei der nächsten sich \bietenden Gelegenheit ortaya çıkan ilk fırsatta
См. также в других словарях:
sahneye çıkmak — 1) tiyatro, müzik vb. sanatçılar için sanatını izleyici önünde uygulamak, göstermek Türk kızı, orada sahneye çıktı ilk defa. Y. Z. Ortaç 2) mec. kullanılmak, görünmek, ortaya çıkmak Almanca yanında ara sıra Hırvatça da sahneye çıkıyor. F. R. Atay … Çağatay Osmanlı Sözlük
oyuna çıkmak — oyun için sahneye çıkmak Ben ilk defa oyuna çıkıyorum, beyefendi de gelmiş burada allık pudra sürüştürüyor. T. Buğra … Çağatay Osmanlı Sözlük
önüne çıkmak — 1) rastlaşmak, karşılaşmak, karşısına çıkmak 2) mec. ilk defa görmek, yüz yüze gelmek Kim olursa olsun önüme çıkanla yeniden evleneceğim. S. F. Abasıyanık 3) yolunu kesmek için birdenbire karşı durmak Kasabaya kömür indiren dağ köylülerinin… … Çağatay Osmanlı Sözlük
izinli çıkmak — izin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmak İlk bakışta bana izinli çıkmış bir hasta bakıcı gibi göründü. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
eve çıkmak — 1) aileden ayrılıp ayrı bir evde oturmak 2) öğrenci yurttan ayrılıp ev kiralayarak yaşamak Öğrencilerin bir bölümü, ilk yılı yurtta geçirse bile ikinci yıldan başlayarak eve çıkmayı yeğler. A. Cemal … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağız — 1. is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü 2. is., ğzı, anat. 1) Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk 2) Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü Küçük bir ağız. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
can — is., Far. cān 1) İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık 2) Yaşama, hayat Bir kedi yavrusunu kurtarmak için ipe sarılıp kuyuya iner, canımı tehlikeye koyardım. R. N. Güntekin 3) Güç, dirilik Her şeyde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
göz — is., anat. 1) Görme organı 2) Bazı deyimlerde, görme ve bakma Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin. 3) Bakış, görüş Bu sefer alacaklı gözüyle baktım. 4) Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak Asıl felaket bu pınara sırt… … Çağatay Osmanlı Sözlük
hışır — is., hlk. 1) Olmamış meyve 2) sf. Taşkınlık gösteren, yaramaz (kimse) Serde toyluk vardı a canım. Sahi ne hışırdım o zaman. İlk gençlik, sersemlik, budalalık çağı. H. Taner 3) sf., argo Aptal, sersem Birleşik Sözler hışır hışır Atasözü, Deyim ve… … Çağatay Osmanlı Sözlük
karşı — is. 1) Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi Karşımdaki kitap rafında eserlerim sırayla duruyor. H. E. Adıvar 2) Yol, deniz, ırmak vb.nin öbür kıyısı veya yanı Karşıki kıyıda yün denkleri çıkaran gemiye haykırdık,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
koltuk — is., ğu 1) Omuz başının altında, kolun gövde ile birleştiği yer Gazetelerini bir koltuğunun altına koydu, zayıf kollarıyla kutulara sarıldı. H. E. Adıvar 2) Kol dayayacak yerleri olan geniş ve rahat sandalye Ta yan beline kadar gömüldüğü… … Çağatay Osmanlı Sözlük